Saraybosna

Zagrep’den öğlen çıkıyoruz. Bir kaç saat sonra Bosna Hersek sınırına varıyoruz. Yollar dar ve bozuk. Sınırdan geçtikten sonra Saraybosna’ya 1 saatlik mesafede yol kenarında mola verip yemek yiyoruz. Seyahatimiz boyunca yediğimiz en güzel yemek nihayet bizim damak tadımıza uygun yemek bulabilmenin heyecanıyla mola süresini uzatıyoruz.

gulaş

Güneş battıktan sonra varıyoruz Saraybosna’ya kiraladığımız evi ve ev sahibini bulmak zor olmuyor. Saraybosna’nın bizim için en turistik yeri Baş çarşıya yakın. Ev sahibi  çok kibar bizi karşılayıp eve çıkartıyor. Yakınlarda bir market bulup alışveriş yaptık hatta çay bile bulduk.

Sabah herkes uyurken kalkıp boşnak böreği aradım hatta Baş çarşıyı turlayıp para bozdurdum. Eve boşnak böreğiyle döndüm güzel bir kahvaltıdan sonra şehri gezmeye tabi ki Baş çarşıdan başladık.

Saraybosna yemyeşil bir vadiye kurulmuş, ortasında geçen Miljacka nehri şehri ikiye bölüyor. Nehir üzerinde bir çok köprü var.

Farklı ırk dil ve dinden insanların yıllar boyunca beraber yaşadığı bu tarih ve kültür merkezi yakın zamanda çok büyük acılar yaşadı şehir hala bu vahşeti gezdiğimiz her yerde yüzümüze vuruyor. Başımızı kaldırıp baktığımız yemyeşil tepelerden bu sokaklara ölüm yağıyordu daha dün, karşılaştığımız insanların yüzüne hüzünle bakıyoruz. Sadece insanlara değil yerle bir edilen tarihe yakılan binlerce kitaba, yok olup giden umutlara ve bir kez daha savaşa lanet ediyoruz.

Parkta yol kenarında bir bankta oturup bir yılı aşkın bir süre yardımın giremediği bu şehirde aç ve susuz hapsolan ve her gün başlarına bomba yağan insanlarla empati kurmaya çalışıyoruz. Değer verdiğiniz her şey anlamını yitiriyor. Hissettiğiniz şey utanç kendi çocuklarınıza bakıyor oradakilerin çocukları geliyor gözünüzün önüne. İki gün önce hayranlıkla baktığımız Avrupa medeniyeti siliniyor gözümüzden beş paralık değeri kalmıyor. İnsanların yüzleri etkiliyor bizi, annelerini babalarını kardeşlerini sevdiklerini yitirmiş acının izleri var ama ayağa kalkmış mağrur güler yüzler. Çok kibar ve saygılılar, misafirperverler. Farklı dinlerin ve kültürlerin beraber yaşamasının getirdiği hoşgörüyü hissetmemek mümkün değil. Kısa zamanda bu duygularla aşık ediyor şehir kendine.

Yağmur hüznümüzü artırsa da gezimize devam ediyoruz.

Baş Çarşı çok tanıdık o kadar çok Türk var ki bir an Türkiye’de sanıyorsunuz kendinizi

Ahşap yapılarıyla Anadolu’daki çarşılardan farklı değil çarşı belki daha bakımlı.

15 gündür Seyehat halindeyiz ve çayı çok özledik. Türkiye’deki kadar güzel olmasa da yine de hasret gideriyoruz.

Çarşı’da ilk göze çarpan yapılardan biri tarihi Sebil Baş Çarşı’nın girişinde yer alan Osmanlıdan kalma Sebil,1753 yılında Vali Hacı Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Efsaneye göre bu sebil çeşmesinin suyundan içen, bu şehirden asla ayrılamaz. Güvercinlerin de mekan tuttuğu meydandaki sebil Saraybosna’nın sembollerinden birisi

Yine Çarşıdaki en önemli Osmanlı eserlerinden biri de Gazi Hüsrev Bey Cami, Gazi Hüsrev Bey tarafından Mimar Sinan’a 1531’de yaptırılmış. Bosna Savaşı sırasında hasar alan cami daha sonra aslına uygun olarak restore edilmiş

Baş Çarşıda Öğle yemeği için bir restorana girip buranın meşhur yemeği cevabi yiyoruz. Yağlı Pide arasında servis edilen köfte gerçekten enfes. Ayrıca çok da ucuz.

Baş Çarşıdan çıktıktan sonra Saraybosna’nın hafızası Ulusal Kütüphane Vijecnica’yı geziyoruz. Şehrin sembol binalardan biri olan ve İki milyondan fazla eserin bulunduğu kütüphane Ağustos 1992’de Sırp güçlerinin civar tepelerden attığı fosfor bombalarıyla yakıldı. Binadan geriye sadece duvarlar kaldı. Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları dönemleri de dahil olmak üzere Bosna-Hersek’in tarihi mirası eserlerden çoğu kül oldu.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde, Endülüs mimari tarzıyla, şehrin merkezinde inşa edilen tarihi kütüphane, uzun yıllar belediye ve mahkeme binası olarak da kullanılmış, 1949 yılından itibaren Bosna’nın milli kütüphanesi olarak hizmet vermeye başlamıştı. Kütüphane, 18 yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından 9 Mayıs 2014 tarihinde Avrupa Günü ve Faşizme Karşı Zafer Günü’nde düzenlenen törenle yeniden açıldı. 20 milyon euro harcanan kütüphaneye Bosna-Hersek Federasyonu bütçesinin yanı sıra en büyük maddi destek Avrupa Birliği fonları, İspanya ve Avusturya’dan geldi.

Bosna Hersek tarihinin fotoğraflarla anlatıldığı sergiyi gezdik. Buranın bir zamanlar Avrupa’nın gözde turizm şehirlerinden olduğu ve bir çok medeniyetin merkezi olduğunu öğreniyoruz.

Milli Kütüphane Belediye Meclisi olarak da kullanılmıştır.

Milli Kütüphanenin hemen karşısında balkan insanının inatçılığını tescilleyen ünü dünyaya yayılan bir ev var. “İnat Kuca” İnat bildiğimiz İnat Kuca da ev demek yani İnat evi ilginç ve tebessüm ettiren hikayesi ise şöyle Milli Kütüphane binası Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminde Belediye binası olarak inşa edilmişti. Bu binanın inşası sırasında burada bulunan ev yıkılmak istenir ancak sahibi inatla direnir sonra evin tuğlalarının tek tek nehrin tam karşısına taşınması şartıyla yıkımı kabul eder işde İnat Kuca evi böyle oluşmuştur. Bugün restoran olarak kullanılmaktadır.

HDR Bracket = 0,8,-10 FaceNum=0 FocusArea=011010111

Şehri ikiye bölen Miljacka nehri üzerindeki Latin köprüsü önemli bir tarihi olaya şahitlik etmiştir.  Avusturya – Macaristan veliahtı Ferdinand ve eşi Hohenberg Düşesi Sofia 28 Haziran 1914 tarihinde, 6 sene evvel ilhâk ettikleri Bosna-Hersek’in merkezi Saraybosna’yı ziyaret ederken, ayrılıkçı bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından Latin Köprüsü üzerindeyken bir sûikast sonucu öldürülür. Gavrilo ve arkadaşları Bosna-Hersek’i Sırbistan Krallığı’na bağlamak ve Avusturya-Macaristan egemenliğine son vermek isteyen “Genç Bosna” örgütünün üyeleridir. Acaba bu örgüt üyeleri bu süikastın dünyayı 4 sene boyunca kana bulayacak olan I.Dünya Savaşının başlangıcı olacağını tahmin edebilirler miydi..

Suikast köprünün girişinde üçgen şeklin bulunduğu yerde gerçekleşmiş.

Köprünün karşısında bu suikaste kullanılan silahlarında sergilendiği ve o zamanlar cafe olan ve suikastın buradan gerçekleştiği söylenen müze bulunmaktadır.

11 Temmuz 1995 günü  Avrupa’nın göbeğinde Srebrenitsa da tam bir vahşet yaşandı. 2. Dünya savaşından sonra Avrupa’nın gördüğü en büyük soykırım medeni dünyanın gözü önünde gerçekleşti. En az sekiz bin boşnak sırplar tarafından katledildi. Üstelik BM barış gücünün gözleri önünde. Katledilenler tanınmasın diye parçalanarak toplu mezarlara gömüldü. Bugün cesetleri halen bulunamayan kurbanlar var. Lahey’de 11 ayrı suçtan yargılanan Sırp kasabı Radovan Karaciç’in Srebrenitsa’da işlenen soykırımdan suçlu bulundu. 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

themagger.com

Srebrenitsa Katliamının yıldönümü nedeniyle yapılan anma törenlerinden biride Saraybosna’da açılan ve Srebrenitsa katliamını fotograflar ve belgesellerle anlatan sergiydi. İnsanlığın en büyük utançlarından olan bu vahşet hiç bir zaman unutulmayacak.

themagger.com

Müzenin bulunduğu alandan  Ferhadija caddesine çıkınca  Başçarşı yönüne doğru heybetli bir katedralle karşı karşıya geliyoruz. Saraybosna Katedrali yada İsanın Kalbi olarak da bilinen ve 1889 yılında neo-gotik yapı Bosna Hersek’in en büyük katedrali olma özelliğini de taşıyormuş.

Bir yanda Osmanlı’dan kalma Camiler diğer yandan kilise ve sinagoglar. Çan sesleri de ezan sesi de duyuyoruz şehirde birlikte barış içinde yaşamak için aynı dinden aynı ırktan olmaya gerek yokmuş.

İşte İlk Osmanlı eserlerinden Hünkar Cami tüm güzelliğiyle orada duruyor.

Bursa Bedastan çarşısından alışveriş yaparak bitiriyoruz Saraybosna gezimizi.

Çok istememize rağmen programı aksatmamak için Umut Tüneline gidemedik. Bu şehre aşık olduk mutlaka tekrar geleceğiz.

“Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” (Aliya İzzetbegoviç)

Yorum bırakın